Zonguldaklı
bir yazarın (bugüne kadar hazırlanmış ilk
belgeli bir çalışma olan) UZUN MEHMET
adlı kitabımızı değerlendirmek üzere şahsıma ilettiği düşünceleri içinde şu
ifadeler vardı:
1- “Bence, araştırma sadece sözel yapılmamalı. Sözelden belgeye gidilmeli.” “Eski araştırmacılar, belgeyi saklayarak yazı yazmışlar. O nedenle bir çok konu hikayede kalmış.” “ALEMDAR konusu da böyle”.
2- “Uzun Mehmet adı ilk olarak 1920’de Kaymakam Ahmet CEVDET'in raporunda söz ediliyor. Bu rapordan ben bir kitabımda söz ediyorum. Yani Uzun Mehmet'in adından ilk halk evi görevlileri (Ahmet Naim, Hüseyin Fehmi, Tahir Karaoğuz) söz etmiyor”.. “Yalnız şunu söylemeden geçemem. Halkevi mensupları büyük başarıyla kendi bölgelerinin tarihi, kültürü konusunda çok önemli çalışmalar yapmışlar. Bugün onların bize aktardıkları ile bilgi sahibiyiz. (Bu ifadelerin yazarı, böyle diyor ama ‘Uzun Mehmet Efsanedir’ de demektedir.)
3- “Osmanlı TÜRK halkını cahil bırakmış. Bilinçli olarak. Cumhuriyet kurulduğunda ARAP ALFABESİYLE (Osmanlıca olarak) okuryazar çok düşüktür. Bu konu geniş bir konu.”
4- “Sizin
(UZUN MEHMET) kitabınızda da yeni bir belge yok. Kitabınızda, konunun ayrıntılı
incelenmiş olduğunu söyleye bilirim. Recep Çetin şunu koydu kitabına,
olmayan bir şeyi buldu diyemem”. (RÇ: Takdir, zât-ı âlilerinindir).
***
Fakat; UZUN MEHMET adından ilk defa bahseden, 1903 tarihli gazete metnini de kitabımızda paylaşmamıza
rağmen, yukarıdaki ifadelerin belirtilmesi üzücü. Her fırsatta “Uzun Mehmet
Efsanedir” diyenlere soralım, acaba bu efsaneyi 1903’te Sabah Gazetesi mi
üretti, ya da 1920’de Kaymakam Ahmet Cevdet mi üretti size göre??. Yoksa
başarılı çalışmalar yaptığını da belirttiğiniz Halkevi temsilcileri mi
üretti??. (Dedik ya, takdir kendilerinin..)
Ayrıca, yukarıdaki satırlar içinde bulunan “Osmanlı
TÜRK halkını cahil bırakmış. Bilinçli olarak” sözlerinin de ne kadar doğru olduğu üzerine yine Osmanlı
Arşivleri üzerinden, cevap verilebilir mi diye düşünmeden edemedim. (Ama bu
konuya dair diğer yazımızda belge paylaşımında bulunacağız.)
Şimdilik şunu
da belirtmek isterim. Osmanlı döneminde ilk medrese İznik’te Orhan Gazi
döneminde açılmıştı. Fethedilen her şehirde, vakıf medreseleri açılmış olduğu
belirtilmektedir. Fatih Sultan Mehmet döneminde Fatih Medresesi, Kanuni Sultan
Süleyman döneminde Süleymaniye Medresesi önemli medreseler olarak
bilinmektedir. Enderun Medreseleri de.. Osmanlı medreseleri icazetname
(diploma) da verirdi. Öyle ki Osmanlı toplumunun âlimleri-kadıları-nâibleri-kâtipleri-vezirleri
de icazetli-okumuş insanlardandı. Bu görev için sadece medreseler değil, Tekkeler
de eğitim görevi îfa ederdi. Kdz Ereğli’de (Osmanlı döneminde) çok sayıda Tekke
olduğu kaynaklarla sabittir.
Günümüzde,
mirasyedi türevleri şunu da bilmelidir. Tarihimiz, tabii ki
yokluklarla-yoksunluklarla bugüne gelmiştir. Bugün, ilgili mirasyediler,
geçmişimizi kötülemeye kalkmadan önce bu toprakların Selçuklu-Osmanlı tarihini
de bilmelidirler. Malazgirt’ler, Kösedağ’lar, Kosova’lar, Viyana’lar, Mohaç’lar,
İstanbul’un fethi unutulmamalıdır. Orhan Gazi’nin bölgemizdeki varlığı yok
sayılmamalıdır. Dünyanın en önemli teknolojilerine sahip olunan dönemler,
yüksek teknolojinin kullanılarak kazanılan savaşlar yok sayılmamalıdır. Çok
değerli mimari eserler üreten bilim insanlarının varlığı yok sayılmamalıdır.
Bir edebiyatçı olarak, Divan Edebiyatımız ortadadır, Fuzuliler-Baki’ler,
Nedim’ler, Şeyh Galip’ler ve diğer bilim ve edebiyat önderleri yok sayılamaz.
1890’lara
kadar EREĞLİ’nin köyü olagelmiş Zonguldak’ın UZUN MEHMET’ini yok saymak, güneşe
gözünüzü kapatmaya benzemez mi? Diyelim ki kömürün kaşifi olarak bilinen Uzun
Mehmet cahil bırakılmış bir adamdı, peki bugün onun keşfi sonrasındaki
yaşananlar da yok mu sayılmalıdır?. Onun keşfi sonrasında yani 19. Yüzyıl
sonrasında bir KÖY olan ZONGULDAK’ın bugüne gelişi yok mu sayılmalıdır?.
Bu arada bilinmeli
ki bu coğrafya, ecdadımıza altın tepsi içinde hediye olarak sunulmamıştır. Varlıklarla-yokluklarla,
bugünkü çağdaşlık seviyesine gelinmiştir. Tabii ki Osmanlı döneminde kuruluş-yükseliş-duraklama
ve çöküş dönemleri vardır. Her devlet gibi. Yani “vatan” derinde olan
ecdadımızın “okuma-yazma oranında zayıf kalmış olduğuna küçümseyici gözlerle
bakmak ve bunun “kasıtlı” olduğunu iddia etmek ne kadar doğrudur?. Bakın bugün,
Osmanlı’nın özellikle 1800’lü yıllardan sonraki çöküş yıllarından sonra, 1.
Dünya Savaşından sonra, Kurtuluş Savaşımızdan sonra; TÜRKİYE CUMHURİYETİ olarak
büyüme-yükselme dönemlerine giriyoruz. Ülkemiz her alanda kendini göstermeye
başlamıştır.
Yine
bilinmeli ki bugünkü TÜRKİYE CUMHURİYETİ devletimiz, o günkü okumuş yetişmiş Paşalarla-Komutanlarla
ve halkla bugüne gelmiştir. Tarihimiz ve yaşadığımız şartlar yok
sayılmamalıdır. Bugün rahata kavuşmuş olarak Üniversiteler okunuyor ise
Mühendisler Doktorlar Öğretmenler yetişiyor ise yani halkımız okuma yazmayı
yüzde yüze yakın oranda bilir hale gelmiş ise bu da tarihimizin bir gelişimi
değil midir?.
Türk Müslüman
Anadolu insanı cephe cephe savaşmış ama savaş sonrasında bir bakılmış ki
varlıklı aileler, cephe gerisinde para-ticaret hesabı yapan gayrimüslimler
olarak görülmüştür. E haliyle vatan topraklarını korumayı hedefleyen Anadolu
insanı, önceliğini Mühendis-Muallim olamaya verememiştir. Ama bu durum “Osmanlı TÜRK halkını cahil bırakmış. Bilinçli olarak” şeklinde
değerlendirilmemelidir. (Evet, bu da zât-ı âlilerinin takdiridir.)
***
İsmet İNÖNÜ: “ESKİ
HARFLERLE OKUMA BİLENLER, BİLMEZ SAYILIYOR”:
New York’ta çıkan New-Day muhabiri ile CHP Genel Başkanı İsmet
İnönü arasında geçen karşılıklı konuşmada İNÖNÜ’ye
şu soru yöneltilir: “Okuma – Yazma bilmeyenlerin yüzde 52 olduğunu öğrenince
şaşırdım. Ne dersiniz?”
İNÖNÜ şu cevabı verir: “Edindiğiniz bilgi mübalağalıdır. 30 küsur
sene evvel Arap harflerini terk ederek Latin alfabesini kabul ettik. Eski harflerle
okuma bilenler, bilmez sayılıyor. Mühim olan
yeni nesillerin okuma-yazma bilenlerinin nispeti yüksektir. “Kaynak: 8 Aralık 1967 AKŞAM”
12 Nisan
2013 tarihli yazısında Harf Devrimi konusuna değinen Yavuz Bahadıroğlu yine
İsmet İnönü’den şu iktibası paylaşır: “Harf
devriminin tek amacı ve hatta en önemli amacı, okuma yazmanın yaygınlaşmasını
sağlama değildir. Okur-yazar oranının düşük oluşunun yegâne sebebi, alfabenin
öğrenilmesinin zor olduğu değildi… Devrimin
temel gayelerinden biri, yeni nesillere geçmişin kapılarını kapamak, Arap-İslam
dünyası ile bağları koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini
zayıflatmaktı... Yeni nesiller, eski yazıyı öğrenemeyecekler, yeni yazı ile
çıkan eserleri de biz denetleyecektik. Din eserleri eski yazıyla yazılmış olduğundan
okunmayacak, dinin toplum üzerindeki etkisi azalacaktı.” (İnönü, Hatıralar,
C.II -s. 223).”
ÖĞRETMEN SÜLEYMAN CAN: “OSMANLI UYUMUŞ,
HERKES DEVŞİRME”: Bu köşede 21.11.2017 tarihli yazımız
Karakavuz Köyünden (1926 doğumlu) emekli öğretmen Süleyman Can ile bir
röportajımızı yayınlamıştık. Sayın CAN ilgili röportajında (yazımızla ilgili
olarak) şunları belirtiyordu:
“Cumhuriyetten
önce 1909’larda okuryazar oranı kadınlarda %2, erkeklerde %5. Yani 624 senelik
Osmanlı İmparatorluğu uyumuş uyutulmuştur. Herkes devşirme. Anadolu
halkı bir kuruş paraya muhtaçken saray hizmetçileri-çalışanları-askerler dahil
olmak üzere herkes diğer bölgelerden getirilip iş sahibi yaptırılıyor. 624
senede 345 doktor yetiştirmiş koskoca Osmanlı İmparatorluğu… Osmanlı cami yaptırmış
ama camiye yol yaptırmamış, okul yapmamış. Ben
çocukken Ereğli’de çarşı içindeki esnafların birbirleriyle konuşurken (ulan
Türk, kaba Türk) dediklerini duymuş insanım. Biz kendi memleketimizde
ikinci sınıf insanlardık Atatürk’ten önce”.
Evet
Sayın Can’ın ifadeleri bu şekilde. Öncelikle “Ben çocukken Ereğli’de çarşı içindeki esnafların birbirleriyle
konuşurken (ulan Türk, kaba Türk) dediklerini duymuş insanım” ifadelerine bakalım. Kendisinin çocukluğu
1935’li yıllar sonrasını içerir. Ki, 1920’li yıllarda Nüfus Mübadelesi ile
Ereğli’deki gayrimüslimlerin kentimizden gitmiş olduğunu düşünürsek,
birbirlerine (ulan Türk, kaba Türk) diye kimler demiş ola ki!!??
Yine
Sayın Can’ın “Cumhuriyetten önce
1909’larda okuryazar oranı kadınlarda %2, erkeklerde %5” şeklindeki
bilgilerinin, bizzat Mustafa Kemal Atatürk’ün (aşağıda paylaşılan) ifadeleri
ile doğru olmadığı görülecektir.
Ayrıca
ataları Ordu bölgesinden Düzce-Ereğli-Karakavuz istikametlerinde zorunlu
göçlere maruz kalmış olan Sayın Can’ın şu ifadelerini de tekrar edelim: “624 senelik Osmanlı İmparatorluğu uyumuş
uyutulmuştur. Herkes devşirme”.
Evet, işte (Molla Süleyman’ın torunu
olan) Süleyman Can öğretmenimizin kendi tarihini yok sayan bu ifadeleri sizce de
“marazlı” değil midir?.
YAZAR MURAT
BARDAKÇI: “MUSTAFA KEMAL, YÜZDE 10 DİYOR” – Bardakçı, 12 Ocak 2018 tarihli
yazısında bu konuda şunları yazmaktadır: “Sosyal medyada yoğun şekilde devam eden bir “Osmanlıca”, yani “eski
harfler” tartışması varmış, bir kesim okuma-yazma oranının harf inkılâbından
önce yüzde üç, en fazla da yüzde beş olduğunu iddia ediyor, karşı taraf ise
yüzde yirmilerden, yirmibeşlerden bahsediyormuş ve okuyucularım “Oranın
doğrusu nedir?” diye soruyorlar...”
Bardakçı “İstatistik mevcut değildir ama bu konudaki ilk
resmî açıklama çok önemli bir kişi, bizzat Mustafa Kemal tarafından
9 Ağustos 1928 gecesi Sarayburnu Parkı’nda yapılmıştır ve Mustafa Kemal okuma
yazma oranından bahsettiği konuşmasında bu oranın “yüzde on” olduğunu
söyler!
Bardakçı şu paylaşımı da yapmaktadır: “Reisicumhur, nutkunun
konu ile alâkalı kısmında bakın ne diyor: “...Vatandaşlar, yeni Türk
harflerini çabuk öğreniniz. Bütün millete köylüye, çobana, hammala, sandalcıya
öğretiniz. Bunu vatanpeverlik ve milliyetperverlik vazifesi biliniz. Bu
vazifeyi yaparken düşününüz ki bir
milletin, bir hey’et-i ictimaiyenin (sosyal topluluğun) yüzde onu okuma-yazma
bilir, yüzde sekseni bilmez, bu ayıptır.
Bundan insan olanlar utanmak lâzımdır. Bu millet, utanmak için yaratılmış bir
millet değildir. İftihar etmek için yaratılmış ve iftiharlarla tarihini
doldurmuş bir millettir...”…
Ve Bardakçı bu durumu şöyle yorumlar: “Mustafa Kemal yüzde
onlardan bahsettiği halde hızlı inkılâpçılarımızın
bu oranı yüzde ikilere, üçlere indirmesinin hikmetini de yine sadece Allah
bilir!”
Yukarıda
yapılan açıklamalara yorumu siz yapın. Biz, bir sonraki yazımızda “Osmanlı
Arşiv Belgelerinde Ereğli’deki Mektepler ve Muallimleri” üzerinde katalog
çalışmalarını paylaşalım. 20.02.2018
EREĞLİ İSLAM MEKTEBİ
Tarih:15/S/1327 (Hicrî) Dosya No:2760
Gömlek No:91 Fon Kodu :DH.MKT.
Ereğli ve Zonguldak'daki maden
ocaklarından gemilere kömür yükleyen amelenin kethüdalığı kendisine tevdi
edilmesi durumunda hissesine düşen meblağın bir kısmını Ereğli
İslam Mektebi ve bir kısmınıda Darülaceze'ye terk edeceğine dair tüccardan
Kirya Kadyani tarafından verilen arzuhalin değerlendirilerek gereğinin
yapılması
HAFIZ NİMET HOCA
22.2.2018 13:38:12
Yorumlar
Yorum Gönder