GİRİŞ: Önceki yazımızda kardeşim İbrahim’in yaşadığı trafik kazası ve hastaneye naklini paylaşmıştık. Kazanın Ormanlı Beldesinde meydana gelişi, orada yaşadığımız sıkıntılar, “kazaya neden olduğunu bizzat kardeşimden dinlediğim hız kesici setler” üzerindeki düşüncelerimizi yazmıştık. Bu yazımızda ise kardeşimin hastanede ölüme götürülüşünü yazacağız ki bu yazı bizimle beraber ANI-DÜNYAMIZDA kalsın. Ve de yaşadıklarımızdan çeşitli dersler alınması sağlanarak, BAŞKACA İNSANLARIMZIN ÖLÜMÜNE NEDEN OLUNMAMASI sağlansın.
24 VE 28
AĞUSTOS ARASINDA GENEL CERRAHİ YOĞUN BAKIMI: Kaza
gecesi saat 2.30’da geldiğimiz hastanede, hastamız, sabah saatlerinde hastamız
Genel Cerrahi’nin yoğun bakım ünitesine yatırıldı. 4 gün yoğun bakımda kaldı.
TEŞHİS KOYAMAMIŞLARDI: 24 Ağustos’ta Araştırma Hastanesine
yatışı yapılan, 4 gün kadar Genel Cerrahi YOĞUN BAKIMında yatan ve hastaneye
gelişimizin asıl nedeni olan DALAK YIRTILMASInda kanamanın durduğu, ameliyata
gerek kalmadığı belirtilerek, o bölümden 28.08.2017’de taburcu edilerek Beyin
ve Sinir Cerrahi normal servis odasına alındı. Bu serviste, kafatasındaki
kırıktan kulak kanalıyla akan beyin sıvısının durdurulması için tedavi sürecine
geçildi. Bu beyin sıvısı da birkaç gün içinde durdu. Açıkçası her şey iyiye
gidiyordu. Kardeşimle, kendi iş yeri ve diğer konular üzerinde konuşmalar
yapıyorduk. Fakat beyin ağrıları hiç durmuyordu. Bize beyninin üzerine iki
elimizle bastırmamızı istiyordu.
Teşhis
koyamama durumu; Menenjit tanısının yapıldığı 6 Eylül’e kadar sürdü.
BEYİN AĞRILARI HİÇ DİNMEDİ: Yoğun bakımdan çıktıktan (28 Ağustos) sonra kardeşimin beyin
ağrıları durmaksızın artıyordu. Bu arada yine durmaksızın ağrı kesici iğneler,
serumlar uygulanıyordu. Ağrılar durmayınca da morfin iğneleri vuruluyordu. Yani
beyindeki asıl teşhis konulmadığı o günlerde, bu ağrıların sebebinin
kafatasındaki kırık ve kulak ağrıları olduğu belirtiliyordu. Çok sayıda morfin
iğne ile ağrı durdurulmaya çalışılıyordu. Bu iğneler enjekte edilirken çok acı
çeken kardeşim “Bismillah” “Ya Allah” “Allah’ım Yardımcı Ol” diyerek dayanmaya
çalışıyordu. Ama yeni konan MENENJİT teşhisi sonrasında TEKRAREN YOĞUN BAKIMA
ALINDI. (Artık son bakımdı).
HEMŞİRE “NE YAPAYIM BEN”: Beyin ağrıları arttıkça
değişik sebep ve çareler aranıyordu. Genelde hastanede refakatçi olan babam,
her ağrı artışında hemşireye başvuruyordu. Açıkçası hemşireler de bu durumdan
şikayetçi olmaya başlamışlardı.
Bir
gece ben de hastanede kaldım. Kardeşimin yatağının kenarında bekliyordum. Gece
12 sularında, odaya kızgın bir şekilde bir hemşire geldi. Elinde morfin iğne
vardı. “Ne oldu” dedim, babamı kastederek, “amca her ağrıda geliyor, ne yapayım
ben, bu iğneyi gece 2-3 gibi vuracaktım” deyip, “elindeki morfin iğneyi vurup
gitti”. Hastamızın ağrılarının artık bu kadar şiddetli olmaması gerektiğini
düşünüyorlardı. Hemşireler de artık sıkılıyordu.
PSİKOLOJİK-PSİKİYATRİK
NEDENLER ARANIYORDU: Şiddetli ağrılar
dinmeyince, değişik nedenler aranıyordu. “Kağıt üzerinde bir şey yok” diye
düşünülüp, “bu hastanın psikolojik sorunları var mıydı” sorularına muhatap
kalıyorduk. Hiçbir psikolojik sorunun olmadığını belirtiyorduk. Bir gün
Psikiyatri Uzmanı hastamıza getirildi. O da hastamızla görüştü, bizimle de
bilgi alış verişinde bulundu ama o da hastanın sıkıntısının psikiyatrik
nedenlerden olmadığını belirtti. Nedeni hala tespit edilemeyen ağrılar için ve
hastanın uyuyabilmesi için UYKU HAPI verebileceğini belirtti. Verildi de. Yani
doktorlar beyindeki ağrının asıl nedenini tespit edememişken, uyku hapları ile
rahat uyumasını sağlamaya çalışıyorlardı. Bu ilaçların YAN TESİRLERİ
düşünülmeksizin.
YRD. DOÇ. DR. AYDEMİR KALE:
“BİR-İKİ GÜN İÇİNDE TABURCU EDECEĞİZ” DEDİ.
Evet, kardeşimin tedavi sürecinde doktor Aydemir “kağıt üzerinde her şey iyi, bir iki gün
içinde taburcu edeceğiz” demişti ki (beyinde gelişen) öldürücü ACİNETO
bakterisi daha teşhis bile edilememişti. Bu ifadesine servisteki asistan
doktorumuz Recep Bey şahit. Ama ne olduysa Sayın Aydemir’in bu ifadesinden sonraki
günlerde oldu.
BİR DOKTOR 12-13 GÜN HASTANEDEYDİ: 28 Ağustos sonrasında Beyin ve Sinir Cerrahi
Servisinde her gün karşı karşıya olduğumuz doktor, (asistan olmalı) doktor
Recep Bey idi. 10 günlük Kurban Bayramı tatilinde, servisin tek sorumlusu gibiydi.
Kendi bilgisi ve telefonla danıştıklarından aldığı bilgilere göre, uygulamalar
yapmış olmalıdır. Ama dikkatimizi çeken husus, ara ara doktor Aydemir Kale’yi
görmüş olmamıza rağmen, servisin Profesör ve Doçentini görememiş olmamızdır.
Bayram sonrası 5 Eylül’de Prof. Kalaycı’yı tanıdık ama oda tabelasında adı
belirtilen Doçent Ş.Gül’ü görme şansımız olmadı. Hatta internetten bulduğum bir
e-mail adresine de yazı yazıp yardım istemiştim. Muhtemeldir ki resmi
izinlerindeydiler. Yada özel muayenehanelerinde..
ANESTEZİ TELEFONLA ARANDI: 3 Eylül günü asistan doktorumuzun telefon görüşmesine
şahit oldum. Doktorumuz, Anestezi bölümünden Bahar ile görüşüyordu. “Şu ağrı
kesiciyi verdiğini, şu iğneyi vurduğunu ama bir türlü hastanın ağrısının
dinmediğini belirtiyordu”. Bu görüşme
sonrasında bir bayan, hastamızın odasına geldi ve elindeki siyah çanta içindeki
serumu hastamıza uyguladı. Ağrısı arttıkça şuraya basın diyerek gitti. Sonradan
öğrendik ki bu serumun adı CONTRAMAL imiş.
CONTRAMAL’İN YAN ETKİSİ VAR
MIDIR? Bu serumun takılmasından
sonraki bir gün içinde hastamızın vücut hareketleri farklılaşmıştı. Şuursuz
hareketler yapıyordu. Doktora gittim, hastamızın bu olumsuz durumunu ilettim.
Yerinde olan BİLİNÇ, gidiyordu. Derken bu serum ikinci gün de devam etti (3 ve
4 Eylül). Ama bilinci büyük oranda gitmeye başladı. Farklı bir göz-bakışı
oluşmuştu.
Doktorların,
dinmeyen ağrılara karşı kardeşime uyguladıkları serum-iğne ve morfinler
sonrasında uyguladıkları serumun Contramal olduğunu öğrendik. Yukarıda da
belirttiğim gibi bu serum sonrasında kardeşimde bilinç kaybı yaşanıyordu.
Sonrasında tepkimiz de olmuştu. Derken, 4 Eylül gecesi bu serum çekildi. İptal
edildi.
-CONTRAMAL’in
“tramadol santral sinir sistemine etki eden bir ağrı kesici” olduğu
belirtilmektedir. Yaptığımız araştırmalarda bu ilaç için şu ifadeler
belirtilmektedir: “1-Alkol, UYKU HAPLARI, AĞRI GİDERİCİLER veya diğer psikotrop
ilaçlarla akut zehirlenme durumunda KULLANMAYINIZ denilmektedir. Depresyon
tedavisinde kullanılan bazı ilaçları alıyorsanız veya Contramal tedavisinden
önceki 14 gün içinde aldıysanız KULLANMAYINIZ” denilmektedir. (RÇ: OYSA, YOĞUN
AĞRI KESİCİLER KULLANILMIŞTI)
-Diğer
ağrı kesicilere bağımlı olduğunuzu düşünüyorsanız; bilinç bozukluğu ile ilgili
rahatsızlığınız varsa; şok durumunda iseniz; KAFA İÇİ BASINCINIZ ARTMIŞSA,
MUHTEMELEN BİR KAFA YARALANMASINDAN VEYA BEYİN HASTALIĞINDAN SONRA, DİKKATLİ
KULLANINIZ. (RÇ-Bizim hastamızda KAFA YARALANMASI var.)
*Contramal’in
aşağıdaki durumlarda yan etkisinin arttığı belirtilmektedir: “Contramal
kullanılırken; trankilizankır, UYKU HAPLARI, MORFİN VE kodein gibi diğer ağrı
kesiciler”… (RÇ: Psikiyatri uzmanı ağrıları dindirmek için uyku hapı vermişti.
Morfin iğnesi de bir çok defa uygulanmıştı.)
*Bu
ilacın kullanımında DOZ, ağrının şiddetine ve ağrıya duyarlılığınıza göre
ayarlanmalıdır. GENEL OLARAK, AĞRIYI GİDERECEK EN DÜŞÜK DOZ SEÇİLMELİDİR.
CONTRAMAL’İ GEREKTİĞİNDEN DAHA UZUN SÜRE KULLANMAMALISINIZ. (RÇ-Bu serum tam 2
gün boyunca kullanılmıştı).
NOT:
Bu ilaç-serum, hastamıza yaklaşık 48 saat uygulandı. Sonrasında bilinç 4 Eylül
itibariyle iyice kaybolmaya başladı. Bu ilaç hakkında birçok doktor ile görüşüp
bilgi alışverişinde bulundum. Ama birçoğu bu ilacın kullanımın normal olduğunu
belirtti. Yaşadığımız bilinç kaybının ise TEŞHİS KONULMASINDA GEÇ KALINAN ENFEKSİYONUN
ARTIK BİTİRİCİ GÜNLERE GELİNMESİ İLE TESADÜF ETMİŞ OLABİLECEĞİNİ BELİRTTİ.
Tekrar ediyorum, bunu birçok doktor belirtti. Bu ilacın yan etkisini hastamız
yaşadı mı yoksa enfeksiyon teşhisi çok geç mi konuldu bunu biz
çözümleyemeyeceğiz. Konu, uzmanların
takdirine kalmıştır.
PROF. DR. MURAT KALAYCI: Beyin ve Sinir servisine yatış yaptığımız 28 Ağustos
sonrasında, servisin giriş katında (A-3) bir kapıda, Prof. Dr. Murat Kalaycı ve
Doç. Dr. Şanser Gül adları yazılı bulunmaktadır. Fakat bizim tedavimiz
sürecinde bu hocalarımıza tesadüf etmedik. Çünkü 10 günlük resmi Kurban Bayramı
Tatili idi. Bayram tatili 5 Eylül Salı günü bitmişti. O günlerde hastamızın
artık ayağa kalkıp yürütülmesi ve yemek yemesi isteniyordu. Fakat kesilmeyen
beyin ağrıları sonrasında, ¾ Eylül günlerinde CONTRAMAL adındaki serum
uygulanmıştı. Zaten bu serumun kullanıldığı günlerde hastamızda büyük bir şuur
kaybı yaşanıyordu. Yine 6 Eylül günü yatağında doğrultup, oturtup, ayağa
kaldırıp gezdirmeye hazırlandığımız bir zaman diliminde baktık ki kapıda 3
doktor vardı. Biri Recep Bey, diğeri Yard. Doç. Dr. Aydemir Kale idi. Üçüncü
kişiyi tanımıyorduk. O arada ben kardeşime “bak İbrahim Hocaların geldi” dedim.
İbrahim de yarı şuur halinde kafasını yana çevirerek o üç doktora bakmaya
çalıştı ki beni ayağa kaldırmayın isteğinde bulundu. Bu durumu gören o üçüncü
kişi, diğer hocalardan aldığı kısa bilgi sonrasında “yatırın” talimatı verdi.
Ve sonra kaldırmaktan vaz geçip yatırdık. Bu durum dikkatimizi çekmişti. Hemen
asistan doktor Recep Bey’e gidip sordum “hocam, artık kaldırın gezdirin derken
şimdi de o hocamız kimse onun talimatıyla, yatırın dediniz’ ‘o kimdi’ dedim. Doktor
Recep Bey, “bu serviste o ne derse o yapılır” dedi. Anlamıştık ki servis
girişindeki odada adı belirtilen Anabilimdalı Başkanı Prof. Dr. Murat Kalaycı
idi. Evet bu hocamızı 10 gün sonra görmüştük.
6
Eylül Çarşamba günü Öğle saatlerinde bir yakınımız hasta ziyaretine gelmişti.
Bize Prof. Murat Kalaycı’nın kartvizitini vermişti. Hemen telefon ile aradım.
“Hocam servisinizde yatan hastanız İbrahim Ç’nin abisiyim. Özel randevunuzu
talep ediyorum” dedim. Bana “sekreterimden randevu alabilirsin” dedi. Ben de
“numarasını bilmiyorum” dedim. “Tamam ben sana mesajla numarayı atıyorum” dedi.
Ben de hemen “Hocam hastanede misiniz, kardeşimin ağrıları sürüyor da..” dedim.
O da “hayır değilim, dışarıdayım” dedi. “Peki hocam randevu alıp muayenehanenize
geleceğim” deyip telefonu kapattım. Bu arada Murat Bey’den sekreterinin telefon
numarasını ileten mesajını da almış ve hemen sekreterini arayıp, akşam 17:45
randevusunu aldım. Fakatt, bu görüşmeden yaklaşık yarım saat sonra servisteki
Prof Dr Murat Kalaycı tabelasının önünden geçerken kapının ilk defa açıldığını
gördüm. Bir baktım ki az önce telefon ile görüştüğüm (hastanede değilim diyen) Sayın
Kalaycı idi. Hemen kendisine yöneldim. “Hocam az önce sizi hastanız İbrahim Ç
için aramıştım, ben abisiyim” dedim. Sayın Kalaycı “hee tamam, gel burada da
konuşabiliriz” dedi ve beni Doktor Odasına çağırdı. Odada doktor Recep Bey de
vardı.
(Doktor
Recep; bir önceki akşam (5 Eylül) saatlerinde bizi hasta odasından çıkarıp, 2
hemşire 2 görevli alıp, hasta odasına girip İbrahim’in belinden (omuriliğinden)
sıvı almış ve bunu laboratuvara göndermişti. Özel odasının kapısını kapatıp,
heyecan ile telefon görüşmesi yaptığını kapı önünde duymuştum. Telefonda “gönderdiği
sıvının önemli olduğunu, hala neden sonuç alamadıklarını” soruyordu. Yani
(Aydemir doktorun “bir-iki gün içinde taburcu edeceğiz” denilmesinden sonraki
günde, hastalığımızın ciddiyetini kapıda
duyuyorduk. Bize MENENJİT teşhisi konulduğu söylenmişti. Bu teşhis de
zannımızca Doktor Recep’in çabasının sonucuydu).
Tekrar
odada Prof. KALAYCI ile görüşmemize döneyim. Hastası hakkındaki duruma tam
vakıf olmayan KALAYCI, doktor Recep’ten kısa bilgi alıp, bizi bilgilendirmeye
çalıştı. “Hastanıza Menenjit teşhisi kondu, tedavisi için 10-15 günlük süre
gerekiyor. Yoğun antibiyotik tedavisi yapacağız” dedi. Ben de “ama hocam, dün
bize 1-2 gün içinde taburcu olacağımız söylenmişti” dediğimde, Sayın Kalaycı
şaşkın bir bakışla yanındaki Recep Beye baktı, Aydemir Beyin bu ifadesinin
şahidi olan Recep Bey de kafasını eğerek dediklerimizi onaylamıştı. Haa bu
arada, Sayın Kalaycı ile özel muayenehanesinde görüştüğümüzde “menenjit
teşhisini kendisinin koyduğunu” belirtmesi ise yani diğer doktorların özel
çabalarını yok sayması da dikkatimizi çekmişti. Bu randevu görüşmemizden
sonraki gün, hastamızın entübe (boğazına verilen hortuma bağlı yaşam desteği)
edildiği bize iletildiğinde (yani 7 Eylül Perşembe) hemen heyecanla Sayın
Kalaycı’yı telefonla aradım, “hocam kardeşim entübe edilmiş, bize yardımcı
olabilecek misiniz” dedim ama “ben şehir dışındayım” sözünü duyunca “bittim”.
Yani bayram tatili sonrasındaki 7-8 Eylül’de de Servisimizin Profesöründen
yardım göremedik.
HASTANE, HER AKŞAM DIŞARIDAKİ ECZANELERDEN İLAÇ İSTEDİ: Hastane sürecinde dikkatimizi çeken ilk-önemli husus
da yoğun bakım ve servis aşamalarında, elimize bir barkod verip dışarıdaki
eczanelerden temin edilmesi istenen ilaçlar konusudur. Öyle ki hastanede
arabamızla beklemiyor olsak sıkıntımız büyük olabilirdi. Bir gün elimize
tutuşturulan barkod ile Kozlu nöbetçi Özlem Eczanesine gittik, başka bir gün
nöbetçi Billur Eczanesine gittik. Birçok (gün içinde) hastane yakınındaki eczanelere gittik.
Alınması istenenler arasında, ilaçlar olduğu gibi, hastaya verilecek
mama-serum, alt bezi vb diğer tedavi gereçleri de isteniyordu. Bahsettiğim gibi
yoğun bakımdaki hastamızın maması için Kozlu’da nöbetçi eczaneye başvurduk ve
ilgili ilacın depodan temin edilmesini bekledik.
HASTANEDEN KAÇMAK ZORUNDA
KALDIK: Yukarıda belirttiğim gibi
(araya özel ricacılar koyarak) 24 Ağustos’ta girdiğimiz Araştırma Hastanesinden
“tabur-cu” edileceğimiz günlerde “tabut-çu” edileceğimizi hissetmiştik. Bunu, 7 Eylül’de hastamızın entübe edildiğinde
anlamıştık. Bu durumu bize izah etmeye çalışan doktor Recep’in başının öne eğik
olması “bu iş bitti” gibiydi ama bizi “detaylı bilgi için Yrd. Doç. Dr Aydemir
Kale’ye gidin” diye yönlendirdiğinde bir umut aramıştık. Gittik “hocam her şey
bitti diyebilir miyiz” dediğimde “hayır, yine de tedaviye cevap verebilir”
demişti ki bir oyalamaymış meğer. Hastamız entübe yani boğazına sokulan
hortumla nefes alır halde 2 gün daha Beyin ve Sinir Cerrahi Yoğunbakım
Ünitesinde kalırken, artık bu hastaneden sağlıklı çıkamayacağımız ortada idi.
İlginç olan Beyin ve Sinir Cerrahi Anabilimdalı Başkanı Prof Dr KALAYCI tam
fayda verecekken izine ayrılmıştı. Artık bizim hastaneden kaçmak dışında bir
çaremiz kalmamıştı. Stres yaşadığımız o günlerde bir oraya bir buraya
koşturuyor, doktorlardan bilgi almaya çalışıyorduk. Aynı zamanda Başhekim
Yardımcısı olan doktor Aydemir Bey’den bilgi almak için Başhekimlikteki odasına
girdiğimizde, sigarasını yakmış bir arkadaşı ile muhabbet ediyordu ki bizim
odaya girişimizle sigarasını masasının altına almıştı. Evet biz de “burada daha
fazla kalamayız” diye bir çok insandan, bir çok siyasiden, bir çok milletvekilinden
YARDIM İSTEDİK. Bizim bu hastaneden alınıp, İstanbul-Ankara vb kentlerdeki
diğer hastanelerden birinde tedavimizin sürmesini istedik. AMA OLMADI. KİMSENİN
KİMSEYE FAYDASI DOKUNMUYORDU. Hele bir Milletvekilimize hiçbir telefonumuzda
ulaşamadık. Kendilerinden bize fayda sağlaması için yardım istediğimiz bazı
siyasiler, saat 17’deki cenazemize gelip, en önde fotoğraf çektirip, saat 18’de
sosyal medyada paylaşma acelesini göstermişlerdi. Ama halk olarak bizim onlardan
beklentimiz, İNSANIMIZIN YAŞATILMASINDA DAHA ACELE DAVRANILMASIYDI. AMA OLMADI. (VASİYETİMDİR Kİ bir gün
Hakk vaki’ olup da terk-i dünya edersem, tabutumun altında-cenaze namazımın ÖN
SAFINDA, üzerlerinde hakkım bulunanlar ve üzerimde hakkı bulunanlar OLSUN. Ve
orada olanlar da fotoğraf çektirmeyle ve facebooka resim eklemeyle MEŞGUL
OLMASIN.)
ACİNETO BAKTERİ TEŞHİSİ KONDUĞUNDA BİZ ANKARA’DAYDIK: Baktık ki hastamızı kaybedeceğiz, bir umut bulma adına
Ankara Özel Umut Hastanesine gittik. Elimizdeki epikrizlerle hastamızla ilgili
bilgi verdik. Ama oradaki doktor, beni geldiğiniz hastanedeki doktor ile
görüştürünüz dediğinde, telefonla Zonguldak’taki bir yakınımızı aradık. O da
telefona servis doktorlarından Görkem Bey adındaki bir doktoru telefonumuza
verdi. Ankara ve Zonguldak arasındaki
doktor görüşmesi sırasında, biz de Zonguldak Araştırma Hastanesinde yeni
konulan ACINETOBACTER isimli hastane enfeksiyonunu öğrenmiş olduk. (9 Eylül -
sabah 9’da). Bu teşhise karşılık da 8 Eylül gecesi (omurilikten) COLİSTİN
iğnesi vurulduğunu da öğrendik. Tam da bu saatlerde Zonguldak’tan Nakil
işlemlerini gerçekleştirip, hastamızı Ankara’ya naklettirdik. Bu bakteri için
İnternet üzerinden yaptığımız araştırmalar, umudumuzu kaybettirmişti. Bu
bakteri; hastane ortamından ve yoğun bakımlarda üreyen bir bakteri imiş ve tek
ilacı da Colistin imiş. Ama bakteri, bu iğnenin etki gücünden daha etkili imiş.
SONUCU DA BU YÖNDE OLDU.
HASTAMIZ ENFEKSİYONLU DİYE HİÇ BİR HASTANE KABUL ETMEDİ:
7-8 Eylül günü
telefonla birçok hastaneyi doktoru aradık, durumumuzu anlattık, Zonguldak’tan
nakil olmak istediğimizi belirttik. Ama olmadı. Sağlık Bakanlığının 184
telefonu ile görüştük yardım istedik, ama olmadı. Sağlık Bakanlığının Müsteşarı
ile görüşen bir siyasi yardımcımız oldu, durumumuz iletildi, ama olmadı. Ankara
GAZİ-HACETTEPE-ANKARA TIP, SİYAMİ ERSEK, ACIBADEM daha çok sayıda hastane ile
iletişime geçtik, ama olmadı. Bir umut aradık, ama olmadı. Sonradan öğrendik ki
“ENFEKSİYONLU HASTA, NEDEN KABUL EDİLSİN” mişş!! (Bizi kabul eden ve hastamızın
ACINETOBACTER adlı -hastane kaynaklı- öldürücü enfeksiyonu olduğunu
öğrendiğimiz (9 Eylül) Ankara UMUT HASTANESİne ve Koordinatörü Ali UZUN Ağabeye
Zonguldaklılar adına teşekkürlerimi tekraren sunarım.
*PEKİİ, “ACINETOBACTER ENFEKSİYONU” HASTASININ KAZANMASINA
NEDEN OLAN HASTANE NE OLACAK!!!
“ARAŞTIRMA HASTANESİ ENFEKSİYON YAYIYOR, ÖLDÜRÜYOR” İDDİALARI NE OLACAK?? BU
DURUMA KİM “DUR” DİYECEK? Kamuoyunda bir araştırma yapılsa, bakın
hemşehrilerimiz neler söyleyecek.
Ne demiştik önceki yazımızda: İNSANI YAŞAT Kİ DEVLET
YAŞASIN. Peki insanımızı yaşatamazsak ne olacak?? Sorumlu kim olacak.. Bunu da
göreceğiz. Bekleyeceğiz.
Velhâsıl; 37 yaşındaki hastamızı (kardeşimi) “hastaneden
bir iki gün içinde taburcu edeceğiz” denilmesinden BİR-İKİ GÜN SONRA KAYBETTİK.
(10 EYLÜL-22:45-Umut Hastanesi). Amentü’yü biliyoruz ve (KADER’e KAZA’ya) iman ediyoruz ama
bir insanın ölümünde diğer insanların etkisi varsa, onu da ALLAH’A HAVALE
EDİYORUZ. Hüvel Bâki - (Bâki olan
ALLAH’tır)..
SON
OLARAK bir FATİHA’nızı İbrahim kardeşimiz için istirham ediyoruz. ALLAH’IM
RAHMETİNLE MUAMELE EYLE. Selam ve dua ile.. 22.09.2017
DUAMIZ:
Hazret-i Âişe (ra): "Dedim ki, 'Yâ Resulallah, Kadir Gecesine
rastlarsam nasıl dua edeyim?’.. Resulullah Aleyhissalâtü Vesselam: "Allahümme inneke afüvvün tuhibbü'l-afve,
fa'fu anni. (Allah’ım, Sen affedicisin, affetmeyi seversin, beni (bizi) de
affeyle) dersin'
buyurdu".
NOT:
ŞU YAZILARA DA BAKINIZ: Eyüp Bektaş – Orada Bir Sıkıntı Var
Öznur Güneş - BEÜ’de Acil
Durum
Yorumlar
Yorum Gönder