Ana içeriğe atla

ÇAKILAN ÇAKMACILAR

 Hemen belirteyim “ben tarihçi değilim, fakat (yaklaşık son 10 yıldır) Ereğli yerel tarihi üzerine özel çalışmalarımla katkı sağlamaya çalışmaktayım”. Türkiye’de asıl mesleği “tarih” olmadığı halde, önemli “tarihi eserlere imza atan” bir çok araştırmacı yazar gibi diyebilirim. Zonguldak yerel tarihi adına (ilk) önemli eserleri üreten Ahmet Naim (Çıladır) gibi mesela...

Bu arada bu “araştırmalarımız” esnasında; “YENİ ADAM”da, genç yazar Ahmet Naim’in, 1934 yılında yayınladığı kitabı “Zonguldak Havzası- Uzun Mehmet’ten Bu güne Kadar”ın tanıtım yazısı dikkatimizi çekti. Bu “kitap tanıtım yazısı”, belki gözden kaçmış ya da unutulmuştur diye düşünerek “1934 tarihli” ilgili o yazıyı köşemizde paylaşmak isterim:

 ZONGULDAK HAVZASI-UZUN MEHMET’TEN BUGÜNE:

“Yazan Ahmet Naim. 156 sayfa, basıldığı yer-Hüsnütabiat Matbaası, fiatı 75 kuruş.. Yeni Adam muhabirlerinden Ahmet Naim Bey, Zonguldak Havzasında bir buçuk seneden beri yaptığı tetkikleri bir kitap halinde çıkarmıştır. Bu eserin muhteviyatı şu suretle hülasa edilebilir: Ereğli Havzasında UZUN MEHMET tarafından maden kömürünün ilk defa olarak nasıl bulunduğu muharrir şimdiye kadar iktisat tarihimizde meçhul kalan bu noktayı, bize vesikalarla izah etmektedir. Kitabın diğer kısımları, maden kömürünün devlet idaresi, mültezimler tarafından nasıl işlendiğini ve bütün safhalarını yazmaktadır. Bu arada Maden Havzası Müdürü Dilaver Paşa’nın ilk defa yaptığı amele nizamnamesi ve nizamnamenin mahiyeti o devirde amelenin en iptidai şartlar altında nasıl istismar edildiğini göstermektedir.”

“Kitabın ikinci kısmı, Fransız sermayesinin, Ereğli’ye girişini anlatıyor. Büyük sermayenin Ereğli Havasına girişi, Zonguldak tarihinde yeni bir dönüm yeri olmaktadır. Bu Fransız sermayesi, Osmanlı İmparatorluğunda, Avrupa sermayesine tellaklık ve mütevassıtlık yapan saray etrafında toplanmış bir zümre delaleti ile içeriye girmektedir. Tabii bu girişte büyük muafiyetler, imtiyazlar da vardır. Fransa’da ekseriyetle zengin papazların sahip olduğu bu sermaye teşekkülü, Ereğli’de Osmanlı ticaret kanunlarına göre, “Ereğli Şirketi Osmaniyesi” namı altında kurulmuş, kendisinden küçük mevkide bulunan az sermayeli ocakları birer birer eline geçirmiştir. Ereğli Şirketi Zonguldak muhitinde iş hayatını genişletmiş, binlerce ameleyi etrafına toplamıştır. Bu arada, Zonguldak muhitine, müteşebbis adamlar akın etmişler, amele bir taraftan, büyük sermayenin istismarına uğramış, diğer taraftan bakkal-tefeci-amelebaşı gibi unsurların da tesiri altında kalmıştır.”

“Ahmet Naim Bey, bizde büyük sermayenin bir muhitte yaptığı tabakalanma – sınıflaşma hareketlerini vesikalara canlı misallere bağlayarak göstermeye tamamıyla muvaffak olmuştur”.

“Muharrir bundan başka Zonguldak’taki Fransız sermayesinin, Çarlık Rusya’sı Alman ve İtalyan sermayedarlarının rekabetine uğradığını da yazmaktadır. En iyi bir servet menbaı olan EREĞLİ’ye zaman zaman emperyalist devletler tarafından bir entrika sahası da olmuştur. Kitapta buna ait şayanı dikkat bahisler vardır.”

“Kitapta, meşrutiyet devrinde, mütarekede, Zonguldak amelesinin ecnebi sermayesinin istismarına karşı olan grev hareketlerine dair de parçalar bulunmaktadır. Bu parçalar Türkiye amelesinin, Avrupa sermayesine karşı olan mukabelesini ifade etmektedir. Ankara’da milli hükümetin teşekkülü Havza için yeni bir dönüm yeri olmuştur. 1922 senesinde ilk defa olarak Amele Kanunu çıkmış, çalışma saati sekize indirilmiştir.”

ZONGULDAK HAVZASI kitabını okurken, Türkçe’de Anadolu’ya dair ‘Avrupa lisanlarından tercüme edilmiş’ coğrafya kitaplarının kütüphanemizde ne kadar fuzuli ve manasız bir yer tuttuğunu anlıyoruz. Ahmet Naim Bey, bizde ilk defa olarak muayyen bir sahaya dair orijinal bir eser yazmıştır. Kendisini bu muvaffakiyetten dolayı candan tebrik ederiz. H.A.”

 “RECEP ÇETİN’İN KİTABI ÜZERİNE”:

Yeni Ufuk yazarı olan Sayın Sina Çıladır’ın,  22 Aralık 2015 tarihli köşe yazısını “RECEP ÇETİN’İN KİTABI ÜZERİNE” başlığı ile yayınlamıştır.

Sayın Çıladır Ağabey, köşesinde ne yazmıştı bir bakalım: “Değerli tarih araştırmacısı Recep Çetin, yeni çıkan “Efsane mi gerçek mi: UZUN MEHMET” adındaki kitabını imzalayıp bana da göndermiş. İki gündür bu kitabı okuyorum. Ayrıntıya girmeden önce şunu söyleyeceğim: Çetin’in kitabı, büyük emek ürünü ve çok önemli bir çalışma. Çok önemli tarihsel belgeler de içeriyor.”

 “Tarih kimsenin tekelinde değildir. Tabii ki resmi tarihe de karşı çıkılabilir. Bu konuda bir beyin fırtınası yaratılabilir. Gerçeği yakalamak, her araştırmacının, her yazarın, gazetecinin görevidir. Resmi tarihe bir tabu olarak bakmak yanlıştır, bilimsel bir tavır değildir bu.”

 “Yıllar içinde bu konuda öylesine yüzeysel/dikkatsiz yazılar yayınlandı ki kimilerinde Halkevi Komitesi üyesi olarak benim adım bile anılıyordu ! Oysa Komite’deki (Çıladır) herkesin bildiği gibi, babam Ahmet Naim’di. Soyadı yasası da henüz çıkmamıştı.”

“Amerikalı tarihçi Prof. Donald Quataert de, gerek Tarih Toplum’da yazdığı yazı ve gerekse “Osmanlı İmparatorluğunda Madenciler ve Devlet” ismindeki kitabında, retçilere yumuşak profilli bir destek vermiş, bu arada Ahmet Naim’le beni, işçi sınıfına “tepeden bakmakla” eleştirmişti. Oysa, Ahmet Naim de, ben de, işçi sınıfına değil, tarihe/tarihsel gelişime tepeden bakıyorduk.. Diyeceğim retçilik, yaklaşık olarak otuz yılda uluslararası boyuta bile kavuştu.. Peki gerçek neydi? Retçiler mi haklıydı, yoksa resmi tarihimizi yazanlar mı?”

“Bu sorunun yanıtını Recep Çetin’in kitabında belgeleriyle bulabilirsiniz. Kitapta, Sakaoğlu’nun Halkevi Komitesi’ni uydurmacılıkla suçlayan savına şöyle bir dolaylı yanıt var: Eğer bir “uydurma” söz konusu ise, bunu Halkevi Komitesi değil, örneğin 1903 tarihli “Sabah” gazetesi “uydurmuştur” ! Komite’nin öyküyü uydururken (!) “Sabah” ile bazı Osmanlı belgelerinden de yararlandığı anlaşılmaktadır. Yani uydurmanın (!) tarihi eskidir.”

Çetin, kitabında, kömürün 1829 tarihinde bulunduğunu gösteren bir Osmanlı belgesine de yer veriyor.”.. “Anlaşılan Sakaoğlu ve ötekiler vaktiyle derslerini iyi çalışmamışlar!”..

Recep Çetin’in kitabını okumanızı öneririm. Kitaptaki belgeler, Uzun Mehmet’in yaşamış bir kişi olduğunu, kömürle ilintisinin yadsınamaz bir gerçek olduğunu, ortaya koyuyor.” . “Hatta, öykünün ayrıntılarını bile yer yer belgeliyor.”.. “Ortada bir uydurma varsa, yüzlerin Sakaoğlu ile epigonlarına dönmesi daha gerçekçi olacaktır.”.. “Çetin’e, eline sağlık diyorum.”

Yine Sayın Çıladır, 26.12.2015 tarihli “ŞUNDAN BUNDAN” başlıklı yazısında;  HAYALCİLER HAYAL OLDU! “Uzun Mehmet tarihe yerleşen hayaldir; Yıllar geçti, devran döndü ve… Hayalciler, tarihçiler arasına yerleşen hayallere döndü !.. Onlar adına üzülüyorum” ifadelerini kullanmıştır. Ki bu konuya değindiği ikinci yazısı, Sayın Çıladır’ın UZUN MEHMET adlı kitabımıza özel önem atfettiğini düşündürmüştür, bu vesileyle Sina Ağabeye bir kez daha teşekkür ederim.

 Biliyoruz, “Ereğli’de bir şeyler yapmak zor” fakat sabrımızı sürdüreceğimizi belirtebilirim. “Avlananın kaderi, AVCI’nın ellerindedir” diyenlere rağmen, aslan gibi sabrımızı sürdüreceğiz. (Anlayan anlamıştır!)

 ORHAN GAZİ VE BİR FETİH adlı kitabımızda, Ereğli’deki şu HERKÜL efsanesini, birazcık durdurun da bölgemizdeki TÜRK İSLAM GERÇEĞİNİ dile getirin dediğimizde de yine birkaç avcının önüne düşmüştük. Oysa aynı kitabımızda “ASLANLAR KENDİ TARİHLERİNİ YAZMADIKÇA, HİKAYELER HEP AVCILARIN YAZDIĞI GİBİ OLACAKTIR” sözüne özellikle değinmiştik. Bu Afrika atasözü, son sözümüz olsun..

 BİR KEZ DAHA: Ereğli’de her kim ki (avcıların izinden giderek) UZUN MEHMET EFSANEDİR diyorsa, ORHAN GAZİ VE ESERLERİ EREĞLİ’DE YOKTUR diyorsa, onları “gerçek tarihin” ve “gerçek tarihçilerin” takdirine havale ediyorum…



22.3.2016 15:42:43


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KDZ EREĞLİ ŞEHİT VE GAZİLERİMİZ

  ŞEHİTLERİMİZ: Şehitlerimizin adı,rütbesi, şehit düştüğü yer ve tarihi, mezarının bulunduğu yer, ailesinin adresi aşağıdadır: *HÜSEYİN BIRAK -J.Er -Diyarbakır-Adıyaman-Şanlıurfa Yol kavşağı13/07/1993- Balı Köyü- * Halis ÇINAR-Komiser- Diyarbakır-Adıyaman-Şanlıurfa Yol kavşağı-13/07/1993- Kemer Mezarlığı- Gülüç * Asım ÇÖMETEN-P.Er- Kulp İlçesi-12/04/1994- Işıklı Köyü- Işıklı Köyü * Murat DEMİR-J.Uzm. Onbaşı- Bingöl İli Genç İlçesi-25/04/1994- Konuralp Şehitliği- Gülüç * Kudret ÖZCAN-Shh. Er.- Kars – Kağızman-14/07/1994- Şehir Mezarlığı-Kepez Mah. * Pürhan ÖZBAKIR-P.Er.- Şehir Mezarlığı-Akarca Mah. * Metin KÖKSAL-J.Astğm.- Tunceli-07/05/1996-Trabzon-Bağlık Mah. * Engin ÖZCAN-P.Er.- Hakkari ili Oltuca İlçesi Kızıltepe Mevkii-24/08/1996- Hacıosmanlar Köyü * Cafer HIRÇIN-P.Er- Eruh-Siirt-30/04/1997- Alacabük Köyü * Ömer İNCE-J.Er- Eruh-Siirt-30/04/1997- Armutcuk Belediye Mezarlığı-Kandilli * Kenan YILDIZHAN-J.Er- Şırnak – BeytüşşebapKontik Tepe-16/10/2000- Aydın Köyü Kabakoz Mahallesi ...

İSTANBUL VE EREĞLİ’DE YEDİ TEPE

  İstanbul’da olduğu gibi Ereğli’de de yedi tepe olduğu belirtilir. İstanbul’daki tepelerin adı şunlardır: Topkapı Sarayı Tepesi - Çemberlitaş Tepesi - Beyazıt Tepesi - Fatih Tepesi -Yavuz Selim Tepesi - Edirne Kapı Tepesi - Koca Mustafa Paşa Tepesi… Ereğli’deki tepe adları şunlardır: Kuzeybatıda (Çeş)Keştepe (Keşif Tepesi) ve Maltepe, kuzeyde Kaletepe (Heraklea Tepesi), kuzeydoğuda Örencik ve Hacı Hasan Tepesi, doğuda Göztepe (Gözetleme Tepesi) ve Elma Tepe olmak üzere yedi tepeyle çevrilidir. Ereğli halkı dilinde bu tepelerin adı şu isimlerle zikredilir: Aktaş Tepe-Göz Tepe-Kale Tepe-Keş Tepe-Elma Tepe-Doruk Tepe-Gök Tepe.. *** Ereğli’de bulunduğu belirtilen bu yedi tepenin adeta İstanbul’u andırdığı belirtilir. Hatta kaynaklardaki ifadelere göre; Fatih Sultan Mehmet döneminde (İstanbul’un fethine hazırlık için) inşa edilen Rumeli Hisarı için, Ereğli kasabasından taş ve kireç sevk edilmiş olduğu da belirtilir.   Yazar İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın eserinde “İstanbul’a kereste...

OSMANOĞULLARI KURULUŞ VE EREĞLİ

  Ahmet Refik’in b u kitabında yazar, 14. asrın ilk yarısındaki Anadolu’daki durumu, Selçuk oğullarının ve Bizans İmparatorluğunun mücadelelerini anlatmaya çalışır. Kitabın 11. Sayfasında: “O tarihlerde İmparatorluğun Karadeniz tarafındaki hududu Sakarya’ya varıyordu. Oradan ötesini, Kastamonu taraflarını Candar oğulları – Sinop’u Pervane oğulları idare ediyorlardı. Amasra ile EREĞLİ, imparatorluk idaresinde idi. Fakat Bizans memurları ile askerleri oralara ancak Karadeniz’den gemi ile gidebilirlerdi. Karayolları kamilen Türklerin elinde idi. Bizans’ın serhat nöbetçileri Sakarya sahillerini beklerlerdi. Sahil boyunca kulelerle ahşap barakalar yapılmıştı. Bu durumla beraber, Türkler Bizans arazisine hücum için gene yol bulurlardı. Hatta imparator Mihael Paleologos bu felakete nihayet vermek için Anadolu’ya geçmiş, fakat Türklere karşı bir şeye muvaffak olamamıştı”. Yazar Ahmet Refik, aynı kitabının 67. Sayfasında Orhan Bey ile Kantakuzinos arasındaki ilişkilere değinilmiş. Şu ifa...